Demokles'in Kılıcı
Yer: Arnavutluk / Piylo Köyü
Kapıyı açıp içeri girmemle öksürmeye başlamam bir oldu, epeyce öksürüp kendime geldikten sonra etrafı incelemeye başladım ve o an bir rüzgar dalgası arkamdan kapıyı sertçe kapattı, şimdiden pişman olmuştum buraya geldiğime. Gündüz olmasına rağmen içerisi karanlık sayılırdı, tahta çakılarak kapatılmış pencereden sızan şanslı bir iki ışık hüzmesi odayı az da olsa aydınlatıyor, öksürmeme neden olan tozların dansına eşlik ediyordu. Bu dökük baraka yüzyılları aşkın süredir varmış izlenimi veriyordu insana, tahtaları çürümüş, kararmış ve en ufak bir harekette gıcırdamaya başlıyordu. Bir rivayet sonucu bulmuştum bu barakayı, ilk duyduğumda araştırılmaya değer bir yer olduğunu düşünmüştüm fakat şu an buradan hiçbir sonuç çıkmayacağının farkına varıyordum. İki odadan oluşuyordu ve evin yegane mobilyası kırık bir sandalye odanın ortasında zar zor ayakta duruyordu.
Bu küçük büyücü köyündeki en yaşlı jenerasyonun anlattığına göre 50 yıl öncesine kadar bu barakada orta yaşlı bir büyücü yaşıyormuş. Evinden pek çıkmaz, çıktığında ise elinde kimine göre bir pusula kimine göre bir cep saati ile dolaşır kimseyle konuşmazmış. Epey sonra akşamları barakadan ışık gelmez olmuş, köy ahalisi adama bir şey olduğunu sanıp endişelenmiş, bir akşam barakayı kontrol etmiş ve içinin bomboş olduğunu görünce taşındığını anlamışlar. Eğer büyülü bir pusulanın peşinde olmasaydık bu hikayenin ilgi çekici bir yanı olmazdı, Yoldaşlık'ta buraya, Arnavutluk'taki bu köye gelmemin hiçbir işe yaramayacağını düşünenler oldu, ki haklı çıktılar fakat hiçbir şey yapmadan oturmaktan iyiydi.
Mutfak olduğunu düşündüğüm yerin dolaplarının aradıktan sonra pes edip kapıya yöneldim, o sırada ayakkabımın topuğu tahtaların arasına girdi, tam düşüyordum ki benden beklenmeyecek bir performans ile tahta duvara tutundum. Düşmediğim için kendimi şanslı hissettiğim sırada tutunduğum duvar çatırdamaya başlamıştı ve ben bu çatırdamayı farkedene kadar duvar neredeyse yıkılmış, omzuma kadar duvarın içine girmiştim. Böceklerin varlığını hissettiğim an hızlıca geri çekildim, şaşırmıştım, çünkü bir duvar boşluğu için fazla geniş bir yerdi. Asamı çıkarıp "Lumos," dedim ve duvara yöneldim, eğer böcekleri ve küçük bir sandığı saymazsak duvarın içi boştu. Böceklere temas etmemeye çalışarak elimi içeri uzattım ve sandığı çekip çıkardım. Kilitli olmasını bekliyordum fakat kolayca açıldı, temkinli bir şekilde içine baktığımda hayal kırıklığına uğradım, işe yaramaz gibi görünen kağıt tomarıyla doluydu içi. Ne bekliyordum ki, pusulayı bulmayı mı? Kağıtları karıştırırken deri olduğunu tahmin ettiğim bir şeye dokundum. Çıkarıp ışıkta inceleyince bunun deri kaplama bir defter olduğunu anladım, derinin üzerindeki kabartmayı hissedince asamı deftere yaklaştırdım. Ulysses Shepherd yazıyordu. Anlaşılan bu bir günlüktü, ziyadesiyle kalın bir günlük. Yere oturup bağdaş kurdum, günlüğü kucağıma koydum ve okumaya başladım.
Günlüğün sahibi bir kılıçtan bahsediyordu, sayfalarca bu kılıcın tasvirini yapmıştı. Günlüğün ilk sayfasından bile anlaşılıyordu kılıca olan saplantısı. Yazılanlara göre bu kılıç Druid döneminde dövülmüş, güçlü Druidlerin sihrinden nasibini almış ve bunun yanı sıra o dönemde yaşamış dünyadaki tek sihir gücü bahşedilmiş ejderhanın nefesinde harman olmuştu. Anlaşılan Ulysses Shepherd bu kılıca sahip değildi, çünkü üslubundan bu kılıcın gücünün amasız aşığı olduğu anlaşılıyordu. Kılıca sahip olamamak onu hem hırslandırıyor hem de delirtiyordu, tabii farkında değildi bunun. Adamın yazısı ruh halini yansıtır bir şekilde dengesizdi ve okuması epey zordu. Fakat hikaye çok ilgimi çektiği için uğraştırsa da okumaya devam ettim. Anlattığına göre kılıç sahibinin sihir gücünü ölçülemez bir şekilde arttırıyor, onu yenilmez yapıyordu. Kılıcın bıraktığı yaralar hiçbir şekilde iyileştirilemiyordu.
Kafam karışmıştı, bu Ulysses Shepherd denen büyücünün kılıcı neden aradığını anlayamamıştım. Evet, yenilmez olmak kimsenin reddedemeyeceği türden bir şeydi fakat bu kadar saplantı haline getirmek garipti, yani Ulysses gibi bir adam için. Çünkü kin beslediği herhangi biri yoktu, açıkçası hiçkimse yoktu hayatında, ne bir aile ne bir arkadaş. Başta belki sadece günlükte bahsetmiyordur diye düşünmüştüm fakat bu deftere kendinden bile sakladığı düşüncelerini yazmıştı, hayatında yer etmiş birinden bahsetmemesi olası değildi. Güçlü olmak gibi bir takıntısı yoktu, intikam hırsı yoktu, bu adamın içinde kötülük yoktu, neden istiyordu bu kılıcı? Bunun cevabının günlüğü okumaya devam ettikçe kendim buldum. Hayatında olmayan şeylerin, daha doğrusu olmayan hayatının yerine koymuştu bu kılıcı, ona sahip olduğunda her şeyin düzeleceğini düşünüyordu. İronik bir şekilde Excalibur adını koymuştu bu kılıca. Adamı senelerdir tanıyormuşum gibi hissetmeye başlamıştım, günlüğün yarısına geldiğimi farkettiğimde hızıma kendim bile şaşırdım. O sırada bir resim buldum, kılıcın resmi, yakından bakınca bunun çok profesyonel bir çizim olduğunu farkettim. Kabzası o denli güçlü bir kılıca göre sadeydi, ortasında yeşil, zümrüde benzer bir taş vardı, etrafını bir yazı çevreliyordu, okumaya çalıştım fakat farklı bir alfabeydi. Aynı alfabeyle kılıcın keskin yerine de bir şeyler yazılmıştı, harfler altınla kaplanmıştı ve tehlikeli bir şekilde parlıyordu. Bu tür bir kılıcın varlığı doğru muydu karar veremiyordum, doğru ellerde belki adalet getirebilirdi fakat bu riske değmezdi. Demokles'in Kılıcı ismini vermiştim ben de bu varlığından bile emin olmadığım kılıca, ne olursa olsun tehlikeliydi, dengeleri geri dönülmez bir şekilde bozabilirdi.
Hikayenin sonunu merak ederek ve bir sonu olduğunu umarak okumaya devam ettim. Neden sonra Ulysses'in bir pusuladan bahsettiğini farkettim, sanki günlüğün başından beri pusula hakkında yazıyormuş gibi bir üslup kullandığı için başta anlayamamıştım fakat farkettiğim an kalbim hızla atmaya başladı. Çünkü buraya gelmemin yegane sebebi bir pusulaydı ve eğer bu o pusulaysa beni bitmek bilmeyen bir arayıştan kurtaracaktı. "Sanırım başucu kitabımı buldum," diye mırıldandım kendi kendime ve artan bir hevesle okumayı sürdürdüm. Bu pusula Ulysses'e kalmış bir aile yadigarıydı, hiçbir zaman kuzeyi doğru göstermemişti, başta işe yaramaz olduğunu düşünmüştü Ulysses, sonra yaptığı araştırmalar sonucu bu pusulanın onun kıymetlisi, ulaşılmazı haline gelen kılıcı gösterdiğini öğrendi. Druidler kılıcı kaybetmemek adına yapmışlardı bu pusulayı, kılıcın dövüldüğü demiri kullanmış ve büyülemişlerdi. Ulysses bu pusulaya sahipti, ülke ülke dolaşıp kılıcı aramaya koyulmuştu ve en son yolu bu küçük Arnavutluk köyüne düşmüştü. Kılıcın burada olduğunu düşünüyordu. Üç aylık bir araştırma sonucu iyice emin olmuştu, buradaydı kılıç. Günlüğe en son 6 Haziran 1945 tarihinde "Pusula artık tek bir yönü göstermiyor, sürekli dönüyor O yakınımda, pusula bunu hissetti, ben de hissedebiliyorum..." yazmıştı. Bu kadar ani bir şekilde bitmesi beni şaşırtmış ve hayalkırıklığına uğratmıştı. Hayalkırıklığımın sebebi hem merakım hem de Yoldaşlık'ın bu bilgiye gerçekten ihtiyacının olmasıydı. Anlaşılan hikayenin sonunu asla öğrenemeyecektim. Sandıktaki kağıt tomarını son bir umut ile inceledim fakat hepsi haritadan ibaretti.
Pes edip ayağa kalktım, her yerim tutulmuştu, ne zamandır buradaydım hiç bilmiyordum, Ulysses Shepherd'in saplantı ve gizem dolu yaşantısına kendimi kaptırıp zaman kavramını yitirmiştim. Bulduğum her şeyi topladım, eski sandığa yerleştirdim ve sandığı kucaklayıp barakadan çıktım. Hava kararmakla kalmamış, gece olmuştu. Buraya öğle saati geldiğimi düşünürsek Yoldaşlık'takilerin endişelenmeye başlamasına yetecek kadar uzun bir süredir yoktum ortalarda. Bulduğum bu günlük çoğu şeyi aydınlatır nitelikteydi, kısa bir süreliğine de olsa Yoldaşlık üyeleri arasındaki tartışmalara son verebilirdi, moralim düzelmişti. Daha fazla zaman kaybetmeden, mahzende biraz ateşviskinin olmasını umarak karargaha cisimlendim.